Al Jazeera Türk'e özel bir röportaj veren Uğur Meleke, çarpıcı analizler yaptı.

Son iki yılın şampiyonu Galatasaray'ın yarıştan erken kopmasının tek nedeni Terim'in gidişi mi? Yoksa Galatasaray'ın kötü deplasman performansı mı?

Deplasman performansından başlayayım...

Dünyanın her yerinde, her liginde, hemen her takımın zaten iç saha performansı, dış saha performansından iyidir. İki-üç hafta önce bir yazı için araştırmıştım; İspanya-Almanya-İtalya-Fransa'da bu sezon toplam sadece dört takım deplasmanda daha fazla puan toplamışlardı. Yani önce işin doğası gereği, tribün avantajı, saha alışkanlığı, şehir alışkanlığı vs. faktörler gereği hemen her normal takımın iç sahada daha iyi olduğunu cebe koyalım. Buna Galatasaray da dahil, Galatasaray'ı misafir eden rakipleri de dahil.

Bir takımın iç saha ile dış sahada paralel düzeyde iyi performans göstermesi için gerçekten çok iyi olması lazım. Yani zaten şampiyonluk yarışı yapan bir takım içeride 40 civarı puan topluyor. Dışarıda da onun 40 toplaması için sezon sonu 80'i bulabilecek düzeyde iyi olması gerek. Böyle takımlar her ligde her sezon çıkmaz. Türkiye'de mesela 103 gol rekoru kıran Fenerbahçe'89 böyle bir takımdı. Lucescu'nun Beşiktaş'2003'ü böyle bir takımdı. Terim'in Galatasaray'98'i böyle bir takımdı. Ama böyle takımlar beş yılda bir olur, 10 yılda bir olur. Her sene olmuyor.

Mancini'nin Galatasaray'ının dışarıda iyi performans gösterememesinin altında ne bir sihir, ne öyle özel bir dış saha nedeni var. Sebep basit: Yeterince iyi değiller. 10 üstünden 10'luk takımsan içeride dışarıda kazanırsın... 10 üstünden 7'lik 8'lik takımsan içeride kazanırsın, dışarıda gücün yetmez. Basit gerçek bu.

Mancini, İtalya ve İngiltere'de şampiyonluklar yaşadı. Milan için de adı geçiyor. Böyle bir teknik direktörün Galatasaray'da 10'luk takım kuramamasının sebebi nedir? 

Roberto Mancini 30 yıllık kariyeri olan çok önemli bir futbol adamı. Ama 30 yılın 30 yılını da İtalya ve İngiltere'de geçirmiş; hem futbolculuğunda hem de antrenörlüğünde sadece iki ülkede çalışmış bir isim.

Gerek futbolculuğunda gerek antrenörlüğünde çok iyi futbolcularla yan yana oynadı, çok iyi futbolcuları yönetti. Hele antrenörlüğü daha da lüks ekiplerleydi: Ibrahimovic'li Inter'in hocasıydı, ardından Balotelli'li Nasri'li Silva'lı dönemin en zengin kulübü City'yi çalıştırdı. Hem omuz omuza oynadığı hem idman yaptığı oyuncular hep dönemin en iyileriydi. Yani Mancini, Sabri gibi, Ontivero gibi, Hakan Balta standardında futbolcularla hayatında hiç sahaya çıkmadı desek yeridir.

Zaten ömründe ilk kez İtalya-İngiltere dışına çıkmışsın. Üstelik transfer döneminde ihtiyacı olan defansif takviyeleri yapmamış bir takımı sezon ortasında devralmışsın. Bu, Mancini'nin alışık olduğu bir sezon başlangıcı değil. City'de altyapısı oturmuş Toure'lerle Nasri'lerle Silva'larla 4-3-3'ten 3-5-2'ye dönmek belki çocuk oyuncağı idi. Ama Galatasaray'da Emre'lerle Amrabat'larla Hajrovic'lerle bu iş o kadar kolay olmuyor.

Bir de Mancini'nin kafasının tam anlamıyla burada olmadığı gerçeği var tabii. Tamam ülkeye, anlayışa, takıma yabancı olabilirsin ama öğrenmek için gayret sarf edersin. İtalyan hoca onu da başaramadı zira aklı hep başka yerlerde. Önce İtalyan Milli Takımı ile adı geçiyordu, sonra Milan ile kendi isteğiyle adı geçmeye başladı!

Kendi isteğiyle derken?

Evet, gerçekten de öyle... Çünkü Milan ona bir teklifle gelmedi. Ona sadece Inter'e geri dönüp dönmeyeceği soruldu, o da Inter yerine Milan'ın olabileceğini söyleyerek fitili kendisi ateşledi. Kafası burada olmayan bir hocanın bu ülkede başarılı olması zaten çok zor. 

Galatasaray'a nispeten iyi bir deplasman performansı olan Beşiktaş da 50 puan toplayabildi. Beşiktaş neden lig başındaki iyi performansını sürdüremedi?

Mancini ile Biliç'in öyküleri birbirinden çok farklı. Mancini'nin aklı ne kadar İtaya'da ise Biliç'in de aklı o kadar Ümraniye'de. Öncelikle Hırvat teknik adam burayı seviyor, burda kalmak istiyor, bu çok net. 
“Ronaldo duygusal bir çocuk ama olumsuzluklardan da garip bir şekilde motivasyon çıkarabiliyor. Biraz Caner gibi! ”
Uğur Meleke

Yalnız Biliç'in elindeki kadro, hem genç hem de yeni bir kadro. Hopalı Tolga kalede... Kanadalı Atiba, Sydneyli Ersan, Kolombiyalı Franco, Brezilyalı Motta savunmada... Zaandamlı Oğuzhan, Viyanalı Veli, Amerikalı Jones göbekte. Kölnlü Gökhan, Düsseldorflu Olcay, Portekizli Almeida hücumda! 10 farklı ülkeden 11 değişik adam. Üstelik Tolga, Atiba, Almeida dışında ilk 11'de düzenli oynayan tecrübeli adamı da yok. Geriye kalan hepsi bizim için hala çocuk yaşında olan Arda'dan küçük! 

Kadro tecrübesiz ve yeni olunca, gerek maç içi yalpalanmalar gerek sezon içi yalpalanmalar olması doğal. Üstine bir de Biliç'in yeniliği ve tecrübesizliği ekleniyor tabii. Bu hafta Karabük'e karşı gole ihtiyacı varken üçüncü değişiklik hakkını kullanmaması, Uğur Boral gibi isyankar, itirazkar bir yedeğini son 15 dakika silahı olarak düşünmemesi de onun eksikliği tabii.
Lig ikinciliği hedefini iki taraf da birbirine armağan eder durumda...
O da bir başka garabet! Çünkü bu sene lig ikinciliği demek, ekonomik olarak bir vurgun yapmak demek! Zaten lig ikinciliği ile üçüncülüğü arasında havuz ödülü bakımından üç milyon fark var.

İkincilik ödülü 12, üçüncülük ödülü dokuz milyon... Tabii Fenerbahçe'nin şampiyon olması halinde lig ikinciliği direkt Devler Ligi bileti anlamına geliyor ki bu da gruplara girme primi olarak 8,6 milyon euro demek. Şu anda Galatasaray'la Beşiktaş bir serveti itiyorlar birbirlerine her hafta!
Şampiyonlar Ligi'nde dün gece oynanan ve bu akşam oynanacak çeyrek final karşılaşmalarıyla ilgili tahminleriniz nedir?

Dün gece iki benzer eşleşme yaşandı, Barcelona ve Bayern yüzde 70 topa sahip olup 1-1’lere razı oldular. Bayern zaten bu sene de şampiyonluğun favorisi. Hedefe emin adımlarla yürüyorlar. Rövanşta Schweinsteiger ile Javi Martinez’in cezalı olması, Thiago’nun da sakatlığı bence büyük sorun teşkil etmez. Çünkü Kroos var, çünkü Müller var, çünkü Lahm da o pozisyonda harika gidiyor.

Arda'lı Atletico için aslında dün gece işler iyi gidiyordu: Yani bazen şans öyle yanınızda oluyor ki siz bile hayret ediyorsunuz! Costa 30’da sakatlanıyor, bu yıl son derece formsuz olan Diego giriyor ve olmayacak bir gol atıyor. Eğer Simeone’nin elinde son dakikalarda bitik Sosa ve Rodriguez’den daha canlı kulübe alternatifleri olsa belki Nou Camp’tan galibiyetle de çıkabilirlerdi. Bu noktada Arda’nın da fiziksel olarak daha iyi seviyelere çıkıp hocasını sürekli Rodriguez değişikliğine mecbur etmemesi gerektiğini ekleyeyim.

Bugün bir başka enteresan gün. Dört büyük futbol ülkesinin dört büyük takımı sahneye çıkıyor. Real Madrid-Dortmund eşleşmesi öncesi Madrid tribünlerinin takıma sırtını dönmesi enteresan bir gelişme. Peş peşe gelen Barcelona ve Sevilla mağlubiyetleriyle takımın üçüncü sıraya düşmesi tribünleri karıştırdı, Ronaldo ve Ancelotti ıslıklandı. Ronaldo duygusal bir çocuk ama olumsuzluklardan da garip bir şekilde motivasyon çıkarabiliyor. Biraz Caner gibi! Şampiyonlar Ligi’nin bu sene Ronaldo’nun turnuvası olabileceğini düşünüyorum.

Dortmund da geçen yılki Dortmund değil. Geçen yıl takımda direkt oynayan altı adamları sakat ve bu sene gösterdi ki kulübeleri o kadar da güçlü değil.

Real Madrid’e benzer bir düşüş de Chelsea’de var. Crystal Palace’a kaybederek hem City’nin hem Liverpool’un gerisine düştüler şampiyonluk yarışında. Mourinho bir kez daha şampiyonluğun favorisi olmadıklarını hatırlattı ve favori olmama durumundan faydalanma isteğini hissettirdi. Eto’o, Torres ve Ba ile büyük maçlarda gol bulamıyorlar ve karşılarında da tam da bir büyük maç adamı Ibra var. Bu iki eşleşmede de ev sahibi ekiplerin ilk maçlardan küçük bile olsa avantajlarla çıkacaklarını zannediyorum.

Kaynak: Al Jazeera