Avrupa şampiyonası finalleri ümitlerimiz çok fazla olmasa bile Milli Takım grupta 3.lük yarışının içinde olarak Konya'ya geldi. 1. ve 2. takımın direk gittiği bir sistemde 3.olmayı kovalamak zaten yeterince acı. 2003'te bizi yarış dışı bırakan Letonya geçen sene de bizden puan almayı başarmıştı. Buna rağmen telafisi olmayan bir maçta bir kaybı daha hiç düşünmemiştik. Çoğu insanın kafasında Hollanda maçı vardı. Hatta öyle ki İzlanda'nın yüksek turnuva performansı düşünüldüğünde maç sırasında bir taraftan da Hollanda- İzlanda maçını takip ettik. Bizim kazanmamız durumunda olası Hollanda puan kaybı başka bir senaryoyla bizi pazar gününe çıkaracaktı . Bu senaryonun bir ayağı gerçekleşti. Beraberliğe bile razıyken İzlanda'nın galibiyet haberi geldi ama bizim taraf yine hüsran ile sonuçlandı.


Uzun zaman sonra ilk defa Milli Takım tam anlamıyla ev sahibi gibi oynadı. Hangi stat olursa olsun gerçekten hiç anlamadığım kulüpçülük bu sefer yoktu. Bu Milli maçlardaki kulüpçülük anlayışı son yıllarda büyük çıkış göstermişti. 2002'de hepimiz hatırlıyoruz yaşadıklarımızı. Rüştü kurtarınca aynı sevinç yaşandı, Ümit Davala ortalayıp İlhan Mansız golü atınca herkes ayağa kalktı. Hemen eski günlere dönüyoruz. Bu gidişle eski günlere daha çok döneceğiz gibi ama neyse! Her şey lehimize gelişmişken gol üstüne gol kaçırarak maça başladık. Bu kadar fırsat bulup atamayınca rakibin kendine güveni artıyor. Kapasiteleri doğrultusunda kalemize etkili gelmeye çalıştı rakip ve önemli bir uyarıdır bu çünkü Hollanda maçında en ufak hata çok farklı yansıyacak. Bir an önce gole gitmek düşüncesini aşmakta zorlandık. Soldan Caner-Arda ikilisi iyi işlerken sağda orta saha orijinli Ozan'ın bek başlaması Gökhan Töre'yi de etkiledi. Tek taraflı hücum edince o alanda büyük bir kalabalık oluştu. Zaten rakip tamamen kapanınca bazen kaosa döndü oyun. Bu kadar kaos içinde ilk yarı 5 net pozisyona girdiğimizi de söylemek lazım.



Anlamak mümkün değil


2.yarıya değişiklik yapmadan başladı Fatih Terim. Şener hamlesini orada bekledim ben açıkçası çünkü bizim en büyük silahımız Fenerbahçe'nin de kullandığı 2 bekin yaptığı aksiyonları oluyor. Değişiklik olmayınca maçın gidişatı da başta pek değişmedi. Gol noktasına topu getiren fakat bitiremeyen takım görüntüsünü sürdürdük. Umut'un girişiyle çift forvete dönünce bir kanat oyuncusundan vazgeçti Fatih Terim. Volkan çok demoralize olduğu için çıktı diye tahmin ediyorum. Kötü oynamıyordu çünkü. Gol geciktikçe maçı da kaybetme riskiyle karşı karşıya kalıyorsunuz. Futbol şaka kaldırmayan bir oyun. 9 numaralı oyuncuları Karasausks hem Serdar Aziz'i hem Hakan Balta'yı süratiyle çok zorladı. Hakan Balta çok kririk 2 müdahale yaparak büyük krizi önledi. 9 numaralı oyuncuyu bizim ülkemizden bir takım alsa yüzüne bile bakmayız. Son 10 dakika muhtemelen Fatih Terim'in ''C planı'' dediği Batuhan oyuna girecekti ama gol gelince bu olmadı. Öne geçtikten sonrasını anlamak mümkün değil. Orta sahamız Mehmet Topal, Hakan Çalhanoğlu, Arda Turan, Selçuk İnan gibi üst düzey isimler. Topu alıp bir şekilde rakibe vermeyecek oyuncular hepsi çok tecrübeli. Bu kadar tecrübe bile skoru koruma endişesine grdi. Yediğimiz gol savunma yapamadığımızı yine gösterdi. Uzun top atıyorlar Holanda maçındaki gibi. Artık burada alan savunması biter, adam adama başlar. Herkez kendi adamı ile eşleşse tehlike olma şansı yok. Yani Şener sol açığı alacak, Hakan topsuz koşu yapan santrforu alacak, Serdar da golü atan Sabala'yı alacak. Göz göre göre büyük avantajı kaçırdık.


Futbolda sportif netice olarak yine kötü bir günü geride bıraktık. Fatih Terim'in basın toplantısı ayrı konu olabilecek cinsten. Mesela bir laf geçti. ''artık 6+2, 5+3 gibi yabancı sayıları yok. Oyuncular rekabete giriyorlar''. Tamam ne güzel diyorsunuz Hocam. Niye peki sesiniz çıkmadı 2 sene bu durum karşısında? Letonya'yı yenememe serimizi sürdürdük. Biz 2003'te tesadüfen elendiğimizi varsayalım Letonya'ya. O eşleşmeden sonra 3 maç yaptık, hala galibiyetimiz yok. Bu kadar tesadüf olamaz! Hollanda karşısında büyük bir zafer beklemekten başka çaremiz yok. Umarım takım bunu başarır.