SERHAT ULUEREN / ŞAMPİY10

Galatasaray maçını izlerken çocukluk günlerim aklıma geldi. TRT karşısında heyecanla Wembley’deki Süt Kupası finalini beklerdim. Top bir o kalede, bir bu kaledeydi. Sonra Türkiye Ligi’nin özetlerini ve A Milli Takımımızın 8-0, 6-0, 5-0’lık mağlubiyetlerine tanık olduğumda, “Elin yabancısı futbol oynuyorsa biz ne oynuyorduk?” diye arkadaşlarıma ve büyüklerime sorup duruyordum. Onlar da “En azından korner attık, bir gol kaçırdık, yarı sahayı çok fazla geçtik” gibi garip yorumlar yapardı.

Dünkü maç beni yine 70’li, 80’li yıllara götürdü. Evet dün de geçmişteki gibi koştuk, daha doğrusu koşmayı bile beceremedik. Sneijder’in 11’de girdiği pozisyon dışında maç bizim yarı sahada oynandı. Abartmıyorum maç ağırlıklı olarak altı pas ile ceza sahası çizgisi arasında oynandı. Dan-dun bile yapamadık.

Şu çok açık ve net; Bugüne kadarki en rezil, en zavallı, en ezik G.Saray’ını izledim. İddia ediyorum dün Madrid ekibine 4 değil, 5, hatta 6 gol gerekli olsaydı fazlasını atarlardı. Podolski sahada var mıydı inanın emin değilim. Kaleye Sneijder’in ezik frikiği dışında şutumuz yoktu.

BAŞKAN YAKIŞMIYOR!

Keşke dünkü maçı izlemeseydim, keşke yazı görevim olmasaydı ve keşke bu ezik, zavallı G.Saray’ı seyretmeseydim. Bu maçı unutamam. Birçok futbolsever de unutamayacak.

“Saldım çayıra mevlam kayıra” diye bir söz vardır. İşte G.Saray bunu yaşıyor. Bu kulübe yakışmayacak ve sürekli sırıtan bir başkan, görevden neden alındığını hala bilmeyen bir zavallı teknik adam, Madrid deplasmanına komik gerekçelerle çıkmak istemeyen korkak yeni bir teknik adam ve ezik oğlu ezik bir futbolcu topluluğu.

Arkadaşlar, iş koşmakla bitse bütün takımlar Etiyopyalı, Kenyalı uzun mesafe koşucularını takımına koyar sahaya çıkar, iyi kötü sonuçlar alırdı. Ama ben dün geceki gibi, koşmayı bile beceremeyen, rakibini seyreden, narkozdan yeni uyanmış bir halde G.Saray gördüm. Ve çocukluk günlerime gittim. G.Saray, Real’den, F.Bahçe’den 6, Chelsea’den 5 yediğinde bile daha onurlu oynamıştı. Keşke dün geceyi hiç yaşamasaydım.

UĞUR MELEKE / MİLLİYET

Terim ve Wenger, 96 yazında Galatasaray ve Arsenal’de göreve başlamış, 2000 UEFA Finali’nde yolları kesişmişti. 17 Mayıs 2000’de kazanan Galatasaray’dı ama uzun vadede antrenör istikrarıyla Arsenal’in geldiği seviye çok başka...
 
Terim’le Simeone’nin hikayesi de aslında 2011 kışında birkaç ay arayla başladı. İkinci sezonlarını iki hoca da harika bitirmiş ve üçüncü yıllarına el ele Şampiyonlar Ligi’nde start vermişlerdi ama 2015 Kasım’ı itibariyle Atletico ile Galatasaray arasındaki mesafe de yüz yıl gibi maalesef.
 
2015-16 Şampiyonlar Ligi’nde Atletico, Galatasaray’ı her iki maçta da bir an bile galibiyet hayali kurdurmadan geçtiyse bunun nedeni sadece kulüp kültürü veya oyuncu kalitesi farkı değil. Esas sebep, Madrid ekibinin 5 yıllık mükemmel uyumu. Alan parselleme konusundaki olağanüstü telepatisi. Rakiplerine hiç boşluk bırakmayacak kadar iyi tanımaları birbirlerini.
 
Tabii ki Galatasaray’ın bu yıl Devler Ligi’ne bu kadar erken veda edişinde kadro kalitesi zâfiyetinin de derin etkisi var. Grubun ilk maçında Atletico önüne Hakan ön liberoda çıktıysa... Kritik Lizbon deplasmanının neredeyse tamamını Sabri sol açık oynamış, Madrid deplasmanına da sağ açık çıkmışsa, kimse bu kadronun Şampiyonlar Ligi için eksiksiz kurulduğunu söyleyemez herhalde!
 
Maalesef Hamzaoğlu’na kadrosunun yetersizliği her hatırlatıldığında bunu 3 kupa argümanıyla yanıtlıyordu. Galiba şu detayı gözden kaçırıyordu genç hoca: O üç kupa yereldi. O üç kupayı kazanan ekip Devler Ligi’nde 1 puanı bile zorlukla almıştı. Ve o kadro layıkıyla takviye edilmezse bu yılki hikayenin de çok farklı olmayacağı açıktı.
 
Sadece 1 saate Atletico’nun 16 şut sığdırdığı, Galatasaray’ın bir an bile galibiyet hayali kuramadığı günün Muslera’nın direnci dışındaki küçük tesellisine gelirsek... Galatasaray kadrosu ziyadesiyle yaşlandı; Hamzaoğlu’nun Fenerbahçe 11’inde 9 tane 30+ oyuncu vardı, o günün en genci 28’lik Yasin’di. Dün gece Denizli’nin en azından zihnen göreve başladığı günde Sinan’ın hiç olmazsa 15 dakika alması ufak bir teselli sayılabilir belki sarı-kırmızılıların geleceği için.

ERMAN TOROĞLU / SABAH

Yeni hoca Denizli, Muslera için "Elleri çok küçük ideal bir kaleci olamaz" demişti. Allah'tan elleri küçük!
 
Galatasaray hoca değişikliği yapıyor. Ne zaman; Antalyaspor ile 3-3 berabere kaldıktan sonra! Başkan, Antalya maçı öncesi teknik direktörü çağırıyor, karşısına güzel bir fırça atıyor ve ayrılıyorlar. Bu sırada da zaten yeni gelecek teknik direktörün adı belli; işlem bitmiş durumda. Kamuoyunu aptal zannettikleri için La Fontaine'den masallar anlatıyorlar! 
 
Peki burada önemli olan ne? Hani bazı arkadaşlar büyük düşünürlerdi. Çok büyük hayallerle yaşayanlar bunu sonunda işleme geçirirlerdi. Bu teknik adam değişikliği olduğunda Galatasaray'ın Atletico Madrid'i orada yenip, Şampiyonlar Ligi'nde devam etme şansı var. Ama bir bakıyorsunuz; hem büyük düşünen başkan hem büyük düşünen yönetim, hem de büyük düşündüğünü söyleyen yeni teknik direktör; Madrid'e seyirci olarak gidiyorlar. Sebep; burada alınacak bir mağlubiyet ya da hezimetten yeni teknik adam kendisini kurtaracak! 
 
Hani, yeni gelen teknik adam Galatasaray'ı tanımasa başka bir ülkeden gelse, 'Ben bu maçta takımı bir göreyim' dese kabulüm. Yeni teknik adam, her hafta televizyonlarda ve gazetelerde Galatasaray'ın analizini yapmakta; bu takımı karaciğerinden dalağına, ince bağırsağına kadar bilmekte...
 
Niye o zaman takımın başında sahaya çıkmaktan çekiniyor? Diyelim ki; benim bazı şartlarım yetişmedi. Sahaya çıkmam zor. 'Bu takımı sahaya ben çıkaracağım ama tribünde oturacağım' diyemedi. Demek ki Kazak maçını bekliyorlar. Büyük rakipleri Kazaklar'la berabere kalırlarsa Kupa 2'ye gidecek. Bu da Galatasaray için büyük başarı olacak! Demek ki yeni Galatasaray'ı, Kasımpaşa maçında göreceğiz. 
 
Peki dün geceki Galatasaray için ne diyelim? Sahada bir takım olsaydı, yorum yapabilecektik ama Galatasaray'daki hiçbir futbolcunun beyni sahada değildi. Kafalarında bin tane soru işareti vardı. Bir tek Muslera'yı yazabileceğim. Yeni teknik direktör Mustafa Denizli, "Elleri çok küçük yani ideal bir kaleci olamaz" demişti. Allah'tan kalede elleri küçük Muslera vardı. 6-7 farktan Galatasaray'ı kurtardı. 
 
Bu yazdıklarımızın hepsi hikaye!.. Hepsi rüya!.. Bakalım Galatasaray önümüzdeki haftalarda sahaya inecek mi? Ümidim yok. Birçok Galatasaraylı'nın da ümidi yok. Ama hayatta hiçbir şeyden ümit kesilmez. Devamlı hikayeler anlatırsınız, devamlı zıplarsınız, yine de anlatmaya devam edersiniz. Ama gerçek bir tane... Şimdi Galatasaray İstanbul'daki Kazak maçını düşünecek. Dikkat etsin; kazağı düşünürken pantalondan olmasın!..