Foto muhabiri Erkan Koyuncu'nun acı vefatı sonrası meslektaşları konu hakkında görüşlerini belirtmeye devam ediyor. Habertürk yazarlarından Halil Özer son yazısında gazeteciliğin trajik kısmını yazarken, Selçuk İnan'ın olay anındaki tepkisini de yorumladı. Yazı şu şekilde:

"YIKIN O KAPIYI"

Erkan Koyuncu’nun vefatı milyonda bir yaşanacak bir olay. Korkunç bir kaza. Beni son zamanlarda en çok etkileyen kayıplardan birisi.
Sabah saat 09.00’da sıcak yatağınızdan kalkıyorsunuz, saat 10.00’da hayata veda ediyorsunuz. Hem de ne şekilde?

Şimdi burada sorulacak çok soru var. G.Saraylı kurmayların çok üzgün olduğunu biliyorum. Ama bana göre ihmal de var. Bir spor kulübünde 5 ton ağırlığında bir kapıya ne gerek var? Taraftar kapıyı kırsa ne olur?

Bir kere kırmış yeniden yaparsın. İkinci kez kırsa yine yaparsın. Kırmasın diye terör kapısı yapmak ne demek? Medya için neden özel bir kapı yok? Neden sürekli yasaklar var. Sanki Pentagon. Koyarsın çitli bir kapı, dikersin güvenliği olur biter. Neyi neden saklıyorsun? Bu sadece Galatasaray için değil tüm büyük kulüpler için geçerli. Bu saklanma neden? 5 ton kapıda sensör olsa ne olur olmasa ne olur. Bu ağırlıkta bir kapıyı sensör tutar mı?

Bunlar hep sorulması ve tartışılması gereken sorular. Tartışılacak da. Ama giden gittikten sonra tartışılsa ne olur tartışılmasa ne olur. Benim takıldığım başka bir şey var. O kapı neden hala orada duruyor? O kapının sıfır suçu olsa dahi o kapının oradan kalkması gerekir. O gazeteci arkadaşlar, o futbolcular, idmana gelen çoluk çocuk, önünden geçenler o kapıya nasıl bakacak ya da o kapıdan nasıl geçecek? Herkesin içini sızlatmayacak mı?

O yüzden yıkın o lanet olası kapıyı. Yerine de ne yaparsanız yapın.

SELÇUK HAKLI MI?

Erkan Koyuncu’ya kapının önünde ilk tedavi yapılırken Selçuk İnan diğer fotoğraf çeken gazetecilere isyan ediyor. “Yerde yatan arkadaşınız. Neyin fotoğrafını çekiyorsunuz?” Ya da buna benzer bir söz söylüyor. Sizce Selçuk haklı mı?

Bir çoğunuz muhtemelen haklı diyecek. Ben haklı ya da haksız ifadesi kullanmak istemiyorum. Ama bu gazeteciliğin en acı tarifidir. Bazen yerde yatan kendi arkadaşınızdır. Birlikte koştuğunuz, eğlendiğiniz, çalıştığınız, simit yiyip çay içtiğiniz, okey oynadığınız, kapılarda saatlerce beklediğiniz, yağmur çamur içinde görev yaptığınız, aynı askerlik gibi bir kankalığı yaşadığınız, ailece tanıdığınız insanlardır. Ama yine de o acıyla birlikte o deklanşöre basar o çocuklar. O deklanşöre her basış hayatları boyunca unutamayacakları bir yaradır. Acılarını hiç belli etmezler. O fotoğraflara asla bakamazlar. Sadece gazeteye gönderirler. Bir robot gibi görev yaparlar. Gözyaşlarını evlerinde akıtırlar. Çünkü onlar gazetecidir.
Yerde yatan arkadaşlarını çekmek bile onlar için görevdir. Başka bir ırktır onlar. İşleri bazen ailelerinde de öndedir.

Eğer bu mesleği gerçekten yapmıyorsanız o çocukları, o insanları, o adamları, o erkekleri, kadınları anlamak çok zordur. Gökten düşen bir damla gibi yere düşünceye kadar her şeye dayanıklıdırlar. Sonra da toprağa düşüp giderler, arkadaşları ile buluşurlar. Kalanlar ise hep hatırlar onları.

Yarın Florya’da ilk medyaya açık antrenmana gidip bakın. Oradaki çocukların hepsi yine oturup en iyi kareyi yakalamaya çalışacaktır. Ömürlerinden ömür gitmiştir ama yine de hayat devam edecektir onlar için.